İnsanların kendi ellerinin kazandığı
dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye
(Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır.
(Rum Suresi, 41)

Din, Yoksulların ve Yetimlerin Korunmasını Emreder

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler.
Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?
Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(Nur Suresi, 22)



Günümüzde yoksulluk sadece dünyanın belirli ülkelerini ilgilendiren bir problem olmaktan çıkmıştır. Köprü altında yatan, çöp karıştırarak yaşamını sürdüren, çok az bir para karşılığında hayatını tehlikeye atarak çalışmak zorunda kalan çocuklar, her türlü olumsuz koşula rağmen dışarıda yaşamak zorunda kalan evsizler, beslenme yetersizliğinden kaynaklanan çocuk ölümleri ve bunlar gibi yoksulluktan kaynaklanan daha pek çok problem bütün dünyanın gündeminde yer almaktadır. Dünya üzerindeki yoksullukla ilgili olarak yapılan istatistiksel hesaplamalardan sadece sokak çocukları ile ilgili olanlarına bakıldığında bile durumun ciddiyeti hemen anlaşılmaktadır.

1982 UNESCO raporuna göre sokak çocuklarının sayısı İstanbul'da 200.000, Bogota'da 10.000, Rio de Janerio'da 2 milyondur. Afrika'da ise 5 milyon dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir ve bu sayı her geçen gün hızla büyümektedir. Bu sayının artmasında yer değişimi, savaş ve kıtlık, AIDS hastalığı ve hızlı şehirleşme gibi etmenler önemli rol oynamaktadır. Tüm dünya üzerinde 30 ila 70 milyon arasında sokak çocuğu olduğu tahmin edilmektedir.3

Burada görülen çocuklar, dünyada yoksulluk içinde yaşamaya çalışan binlerce çocuktan sadece birkaçıdır.
Amerika'da ise yoksulluk içinde yaşayan çocukların sayısı son 20 yılda 3 katına çıkmıştır. 1989'da Amerika'daki her 6 çocuktan biri resmi anlamda yoksulluk içinde yaşıyordu. 1993 rakamlarına göre, Amerika'daki 6 yaşın altındaki 5 çocuktan biri yoksulluk sınırının çok altında yaşamaktadır ki bu yaklaşık olarak 5 milyonun üzerinde çocuk demektir. Bundan başka Amerika'daki 18 yaşın altındaki çocuklar için de durum farklı değildir. Bu çocuklardaki yoksulluk oranı da 1990'dan 1991'e kadar %20.6'dan %21.8'e çıkmıştır. 1994'de 3 yaşın altındaki 4 çocuktan birinin yoksulluk içinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu sayılar 1980 yılı boyunca 1.8 milyondan 2.3 milyona yükselmişti.4

Yukarıdaki istatistiklerde görüldüğü gibi zengin ülkelerde bile yoksulluk önemli bir problem oluşturmaktadır. İktisadi bunalımlar sonucunda ortaya çıkan işsizlik, sosyal güvenlik sistemlerindeki boşluklar gibi problemler zengin ülkelerdeki yoksulluğun ortaya çıkma sebeplerinden başlıcalarıdır.

Eski sosyalist ülkelerde ise yoksulluğun başka bir boyutu görülmektedir. Bu ülkelerde genel olarak tüm bireylerin yaşam düzeyleri düşüktür. İktisadi gelişmenin çok geciktiği bu ülkelerdeki yoksulluk ne Üçüncü Dünya ülkelerindeki gibi ne de zengin ülkelerdeki gibi belirli koşullara bağlı olarak değişen bir yoksulluktur. Bu ülkelerde hemen hemen bütün nüfusu etkileyen genel bir yoksulluk söz konusudur. Yoksulluğun sonuçları da ülkenin genel yapısına etki etmektedir. Örneğin şehirlerdeki alt yapı ile ilgili sistemler, sosyal güvenlikle ilgili sistemler yetersizdir. Bundan başka gıda maddeleri de çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Bu ülkeleri diğer yoksul ülkelerden ayıran başka bir nokta da, insanlar bir şeyi satın alma imkanına sahip olduklarında da, piyasada satın alınacak mal ve gıda maddelerini bulamamaktadırlar. Yoksulluğun nedenleri ve nasıl ortaya çıktığı konuları ile ilgili çok fazla madde sıralanabilir. Fakat asıl olarak bu problemin toplumdaki etkisinin ve nasıl ortadan kaldırılacağının incelenmesi yerinde olacaktır. Bu nedenle ilerleyen bölümlerde yoksullukla birlikte ortaya çıkan problemler belirli başlıklar altında toplanarak incelenmiştir.


Yoksulluğun Toplumdaki Yıkıcı Etkileri

Bir ülkedeki yoksulluktan en çok etkilenenler kuşkusuz ki çocuklardır. Yoksulluk nedeniyle eğitimlerini yarıda bırakan, hatta barınacak yer ve yiyecek dahi bulamayan çocuklar çoğu zaman da kötü şartlarda çalışmak zorunda bırakılmaktadırlar. Hatta bazı ülkelerde yoksulluk nedeniyle çocuklar aileleri tarafından işyerlerine bir nevi "köle" olarak satılmaktadırlar. Bu çocuklar endüstrinin insan sağlığına en zararlı, çoğu zaman sonu ölümle sonuçlanan işlerinde çalışarak para kazanmaktadırlar. Örneğin Hindistan 940 milyon nüfuslu bir ülkedir. Bu ülkede 44 ile 100 milyon arasında çocuk işçi bulunmaktadır. Bu rakam dünyanın geri kalan kısmında çalışan çocukların toplamından daha fazladır. 120 milyon nüfuslu Pakistan'da ise yaklaşık 8 milyon çocuk işçi çalışmaktadır.5 Dünyanın diğer ülkelerinde de yoksul çocukların durumu bundan farklı değildir.

Bu çocukların küçük yaşlarda çalışmak zorunda kaldıklarından ve zorlu çalışma koşullarından tüm dünya ülkeleri haberdardır. Buna rağmen bu konuya çözüm bulmak yerine, çocuk emeğiyle üretilen ucuz ürünlerle kendi ekonomilerinin rekabet edip edemeyeceklerinin derdine düşmüşlerdir. Hatta yaptıkları toplantıların konusu çocukları içinde bulundukları durumdan kurtarmak olacağına, bu rekabet sorununu nasıl çözecekleri gibi konular olmuştur.6

Bundan başka dünya üzerindeki pek çok ülkenin bütçesinin büyük bir bölümü savunma giderlerine ayrılmıştır. Öyle ki sağlık, eğitim ve sanayi alanındaki ihtiyaçları son derece acil olan Hindistan, Pakistan gibi ülkeler için de durum farklı değildir. Onlar da savunma için diğer ihtiyaçlarına ayırdıklarından çok daha fazla bir bütçe ayırmaktadırlar. Örneğin Pakistan, bütçesinin %60'ını silahlanma giderlerine ve ordu masraflarına harcamaktadır. Ülkedeki halkın çok büyük bir bölümünün gerçek anlamda bir sefalet içinde olması da bu durumu değiştirmemektedir.

...Ve sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır.
Eğer onları aranıza
katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir...
(Bakara Suresi, 220)


Başka bir örnek olarak da Amerika'da nükleer silahlanma ve ilgili programlar için yılda 35 milyar dolar harcanmasını verebiliriz. Atom bombalarıyla ilgili programların başladığı 1940 yılından 1996 yılına kadar yaklaşık 5.5 trilyon dolar harcanmıştır.7 Kuşkusuz savunmaya yapılan bu harcamaların, uygun şekilde halkın ihtiyaçlarına aktarılmasıyla sorunlar rahatlıkla çözülebilir. Oysa politik hesaplar ve çeşitli çıkarların gözetilmesi nedeniyle, çocuk yaşamının söz konusu olduğu bu önemli sorunda bugüne kadar gerçek anlamda bir çözüme ulaşılamamıştır.


Günümüzde yaşamını sokaklarda yatarak geçirmek zorunda kalan binlerce insan vardır. Tüm insanlar vicdanlarına uygun hareket ettikleri takdirde, mutlaka bu yoksulluğun sonu gelecektir. Hiç kimse "ben ne yapabilirim ki" diye düşünerek, sorumluluktan kaçmamalıdır.

Ancak burada şu nokta üzerinde durmakta da yarar vardır: Savunma harcamaları şu an için elbette yapılması gereken harcamalardır. Yeryüzünde dinsizliğin getirdiği kargaşa, kaos, zulüm ve öfke olduğu sürece bu sorunların ortadan kalkması mümkün görünmemektedir. Çünkü bir ülke savunmasını güçlü tutmazsa, bu çıkarcı sistem içerisinde varlığını sürdürmesi de pek mümkün olmaz.

Küçük omuzlarında büyük yükler taşıyanlar yalnızca Hintli çocuklar değildir. Dünyanın hemen her yerinde ağır işlerde çalışmak zorunda kalan birçok çocuk vardır

Ama ortada son derece açık bir sefalet vardır. Ve sadece belirli günlerde bu problemi hatırlayarak ya da yolda karşılaşılan dilenci çocuklara para vererek bu sorunun hallolmayacağı çok açıktır . Çözüm için yoksul çocukların eğitim, barınma, yiyecek, giyecek gibi ihtiyaçlarını karşılayacak sistemli bir hareketin oluşması gerekmektedir. Bu ise ancak Kuran ahlakının tam olarak yaşanmasıyla birlikte ortaya çıkacak bir duyarlılık ve barış ortamı sonucunda gerçekleşebilir. Bu ortam içinde hiçbir ülke bir diğerinin hakkına tecavüz etmeyecektir. Dolayısıyla savunma harcamaları çok daha azaltılabilecek ve buraya ayrılan imkanlar insanların rahatı, huzuru, çocukların eğitimi gibi konulara aktarılabilecektir. Elbette savunma harcamaları yalnızca bir örnektir. Bu doğrultuda sorunun halledilmesi için daha pek çok çözüm sunulabilir. Ancak burada önemli olan tüm sorunlarda olduğu gibi yoksulluk konusunda da çözümün Kuran ahlakının yaşanmasıyla gerçekleşebileceğidir. Çünkü kendisi ihtiyaç içinde olduğu halde yiyeceğini yoksula ve yetime yedirmek, kendisinin beğenmeyeceği şeyleri başkalarına vermemek, hissettirmeden yardım etmek gibi Kuran'da tavsiye edilen üstün ahlak özellikleri ancak Kuran ahlakı tam olarak yaşandığında ortaya çıkar. Allah maddi yönden güçlü olan kişilerin nasıl davranması gerektiğini Nur Suresi'nde açıklamıştır:

Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da.
İsraf ederek saçıp-savurma.
(İsra Suresi, 26)


Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

Allah Kuran'da farz kıldığı hükümlerle yoksullara nasıl davranılması gerektiğini de açıklamıştır. Örneğin ayetlerde Kuran ahlakını yaşayan kişilerin mallarında yoksullar için bir hak olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Kuran'da yoksulluğunu dile getirmeyen kişilere de dikkat çekilerek bu kişilerin haklarının korunması emredilmiştir:

Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardır. (Zariyat Suresi, 19)

(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Bakara Suresi, 273)

Hindistan ve Pakistan, halkın büyük bir yoksulluk içinde yaşadığı ülkelerden sadece iki tanesidir.


Yurtlarını Terk Etmek Zorunda Kalan İnsanların Durumu

Yoksulluğun dünya üzerindeki önemli sonuçlarından bir tanesi de mülteci sorunudur. Daha iyi bir iş, daha iyi imkanlar düşüncesiyle ya da savaş, kıtlık gibi nedenlerle yola çıkan fakir insanlar ülkeler arasında son derece ciddi problemler yaratabilmektedir. Örneğin 3. dünya ülkelerinden gelen mülteciler düşük ücret, kötü ortamlarda çalışma gibi şartları kabul ettikleri için iltica ettikleri ülkelerde ilk zamanlarda popüler olmuşlardır. Bulundukları ülkenin ekonomisinin kalkınmasında da önemli rol oynayan yabancı işçiler bir süre sonra tercih edilmemeye başlanmıştır. Çünkü ekonomileri düzelen ülkelerin bu kişilere ihtiyaçları kalmamıştır. Kendi vatandaşlarına iş bulamayan ülkeler için yabancı işçiler sorun oluşturmuştur. Örneğin Malezya gibi ülkeler uzun bir süre çalıştırdıkları yabancı işçileri bir süre sonra evlerine dönmeleri için zorlamışlardır. Kendi ülkelerini daha iyi şartlar umuduyla bırakmış olan bu insanlar, gittikleri ülkelerde de oldukça zor şartlar altında çalışmak zorunda kalmışlardır. Fakat sonuç değişmemiş ve yine sefalet çekerek kendi ülkelerine geri dönmek zorunda bırakılmışlardır.

Bununla birlikte bir ülkeden diğerlerine olan göçün sebepleri yalnızca maddiyat ile sınırlı değildir. Ülkeler arasındaki savaş da bu konuda zorlayıcı bir etmen olabilmektedir. Savaş sonrasında meydana gelen yoksulluk, pek çok insanı yurtlarından ayrılmaya zorlamıştır. Tüm dünya, savaştan kaçan insanların yaşadıklarına şahit olmasına rağmen pek çok ülke mültecileri kabul etmemiştir. Soğuk altında günlerce, haftalarca yürüyerek güvenli yerlere ulaşmaya çalışan bu insanlar çok defa başka bir ülkeye yönelmek zorunda kalmışlardır. Örneğin Kosova'da yaşanan savaş nedeniyle 1998 Martı'nda başlayan mülteci göçünde Kosova'nın hemen hemen bütün şehirleri boşalmıştır. Günlerce yürüyerek göç etmek zorunda kalan yaklaşık 300.000'i aşkın Kosovalı'dan yoğun kış şartları nedeniyle hayatını yitirenler olmuştur. Çeçenistan'da ise 1999 yılının Kasım ayında Rus saldırılarından yürüyerek kaçan Çeçen halkını hiçbir ülke kabul etmemiştir. Kendilerini kabul eden Türkiye sınırına ulaşana kadar ise birçok kadın, çocuk ve yaşlı soğuktan ölmüşlerdir. Dünyanın başka bir yerinde Afrika'da yaşanan kabile savaşları da buna başka bir örnektir. Zaire'de Hutu ve Tutsi kabileleri arasında yaşanan savaş neticesinde göç etmek zorunda kalan on binlerce kişi açlık ve sefalet içinde yaptıkları uzun yolculuklarla başka ülkelere sığınmaya çalışmışlar kimi ülkeler tarafından kabul edilmemiş, kimi ülkelerde ise salgın hastalıklarla uğraşmak zorunda kalmışlardır. (Detaylı bilgi için bkz. "Öfkeli Soy Koruyuculuğu": Irkçılık bölümü)


Kuran'ın rehberliğinde kazanılan ahlakta, insanlar çok farklı bir yapıda olurlar. Her zaman fakirlerin, zorluk içinde olanların, yurtlarından sürülenlerin hakları korunur, onlara en rahat edecekleri ortamlar hazırlanmaya çalışılır. İçinde bulundukları durumdan kurtulabilmeleri için pek çok fedakarlık gösterilir.

Kuran'ın hükümlerine uyarak kazanılan ahlakta ise insanlar çok daha farklı bir yapıda olurlar. Her zaman fakirlerin, zorluk içinde olanların, yurtlarından sürülenlerin hakları korunur, onlara en rahat edecekleri ortamlar hazırlanmaya çalışılır. İçinde bulundukları durumdan kurtulabilmeleri için fedakarlıklar gösterilir. Bu konuda en güzel örneklerden biri Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan bir olaydır. O dönemde de yurtlarından sürülen veya herhangi bir sebeple hicret etmek durumunda kalan insanlar olmuştur. Kuran ahlakını yaşayan Müslümanların bu kişilere karşı olan tutumları ayetlerde şöyle haber verilmiştir:

Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin "cimri ve bencil tutkularından" korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

(Bundan başka bu mallar) Hicret eden fakirleredir ki, onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmışlardır.
İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.
(Haşr Suresi, 8)

Açıkça görüldüğü gibi, ayetlerde tarif edilen ahlak günümüzde yaşanan örneklerinden tamamen farklıdır. Kuran'da ihtiyaç içinde olan bir kimsenin karşısında kendi ihtiyacını hiçbir şekilde açığa vurmayan, muhtaç kimselere sağlanan imkanlara göz dikmeyen, cömert ve yardımsever bir ahlak anlayışı tarif edilmektedir. Bu ahlakın yaygınlaştırılmasıyla birlikte bu gibi sorunlar tamamen çözümlenmiş olacaktır.

Dinsiz Toplumlarda Ahlaki Çöküntü

İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:)
'Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz
ve zevklerinizi tüketip - yok ettiniz,
onlarla yaşayıp zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz
(istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız.'
(Ahkaf Suresi, 20)



İnsanların yaşamın gerçek amacından uzaklaşmaları, manevi değerlerini de kaybetmeleri demektir. Dünyayı yaşayabilecekleri tek yer olarak gören, hem kendilerinin hem de diğer insanların ölümle birlikte yok olacaklarını zanneden kişilerin manevi yönlerinin gelişmiş olması da beklenemez. Dünyada, yaptıkları iyilikler ve kötülüklerle denendiklerini, bunların ölüm sonrası hayatta karşılarına getirileceğini düşünmeyen kişilerin insani yönlerinin gelişmesi mümkün değildir. Böyle çarpık bir yaşam felsefesine sahip insanların oluşturdukları toplumların manevi yönden büyük bir boşluk içinde olması kaçınılmazdır. Toplumu oluşturan insanlar dünyada kendileri için mümkün olduğunca çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, kısa bir yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar. Ahlaki yönden bir güzellik elde etme konusunda ise çabaları olmaz. Çünkü bunun kendileri için bir çıkar sağlamayacağını düşünürler. Hatta aksine yardımsever, şefkatli, merhametli, hoşgörülü, vicdanlı insanları kendi çarpık bakış açılarıyla "saf" kişiler olarak değerlendirirler. Onların yaşam felsefeleri, kuvvetli olanın zayıf olanı ezmesi, güçlü olanın hiç kimsenin hakkını gözetmeden insanlara dilediği şekilde zulmetmesi üzerine kuruludur. Allah Kuran'da, ahirete ve hesap gününe inanmayan böyle insanların günah konusunda da sınır tanımayacaklarına dikkat çekmiştir:

O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, 'sınır tanımaz, saldırgan', günahkar olandan başkası yalanlamaz. (Mutaffifin Suresi, 10-12)

Dinden uzak yaşayan bu insanlar yaşamları boyunca hep daha fazla şey elde etme hırsı içinde olurlar. Ve çevrelerindeki insanlara da bu yönde telkinde bulunur, onları da Allah'ın sınırlarını tanımadan yaşamaya teşvik ederler. İşte içinde yaşadığımız dönem, din ahlakını tamamen terk etmiş ve çevrelerini de böyle karanlık bir yola çekmek isteyen insanların çoğunlukta olduğu bir zamandır. Bundan dolayı günahta sınır tanımama, saldırganlık, manevi çöküntü, ahlaki değerlerin yitirilmesi, bir ayette geçen ifadeyle "çirkin hayasızlıkların" yaygınlaşması, fuhuşun, sapkın cinsel ilişkilerin, uyuşturucu bağımlılığının, kumarın kısacası her türlü ahlaksızlığın teşvik edildiği bir dönemdir. İlerleyen sayfalarda, insanların dinsizliğin bir sonucu olarak nasıl bir ahlaki çöküntü içine düştüklerine yer verilecektir.


Ahlaksızlığın Telkini


Dinsiz veya Allah'a ve ahirete olan inancı zayıf olan bir insan, Allah'ın haram kıldığı fuhuş, kumar, hırsızlık gibi eylemlerde bulunmaktan, insanların haklarına tecavüz etmekten çekinmez. Çünkü dinsizliğin temelinde insanların tesadüfler sonucunda oluştukları ve dolayısıyla kendilerini bir Yaratıcı'ya karşı sorumlu hissetmek zorunda olmadıkları inancı vardır. Ayrıca dinsizliği besleyen evrim teorisine göre ise insan gelişmiş bir hayvandır ve diğer hayvanlar gibi ihtiyaçlarını karşılamak dışında bir kaygısı olmamalıdır. Nefsani ihtiyaçlarını karşılama konusunda ise kendisine herhangi bir kısıtlama getirmek zorunda değildir; aynı hayvanlar gibi davranabilir. Kısacası dini tanımayan bu tür felsefeler ahlak kurallarını da tanımazlar. Nitekim ünlü materyalistler ve Darwinizm'in savunucuları dinsizliğin ahlaka bakış açısını tüm açıklığı ile dile getirmişlerdir. Darwinizm'in önde gelen çağdaş savunucularından ve Cornell Üniversitesi profesörlerinden William Provine materyalizmin ahlaka bakış açısını şöyle ifade eder:

Modern bilim ortaya koymaktadır ki, dünya tümüyle ve sadece mekanistik prensiplerle işlemektedir. Doğada hiçbir amaç ve amaçsal prensip yoktur. Rasyonel olarak bulunabilecek Tanrılar ve düzenleyici güçler de yoktur� İkincisi, modern bilim ortaya koymaktadır ki, insanoğlu için hiçbir 'daimi ahlaki kanun' ya da 'mutlak yol gösterici prensip' yoktur� Üçüncüsü, şu sonucu varmamız gerekir ki, öldüğümüz zaman ölürüz ve bu bizim mutlak sonumuzdur.8

Bu materyalist bilim adamının da belirttiği gibi dinsizlikte ahiret inancı yoktur ve insanlar ölümden sonra yok olacaklarına inanırlar. Dinsizlerin bu sapkın inanışları Kuran'da da şöyle haber verilmiştir:

O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz. (Mü'minun Suresi, 37)

Öldükten sonra dirileceğine inanmayan insanlarda, sınır tanımayan, her türlü aşırılıkta ve ahlaksızlıkta bir sakınca görmeyen, nefsinin ve tutkularının her emrettiğini yapan, iradesini kullanmak için bir sebep görmeyen aksine her türlü iradesizliği geçerli sayan bir anlayış gelişir. Bu nedenle, dinsizlik ahlaki bozulmanın en önemli nedenidir. Nitekim Provine'in yukarıdaki sözleri de dinsizliğin bu sınır tanımazlığına, ahlak üzerindeki bozucu etkilerine bir örnek teşkil etmektedir. Bu sözlerde dinsiz bir insanın nasıl çarpık bir düşünce ve ahlak yapısına sahip olduğunu görmek mümkündür. Şunu da belirtmek gerekir: Elbette ahlaksızlık yapan her insan Darwinizm'i veya materyalizmi düşünerek bunları yapmaz. Ancak burada önemli olan bu fikir akımlarının ve dinsizliğin önderlerinin insanlara bu telkinleri vermeleri ve bunların sonucu olarak insanların büyük bir çoğunluğunun ahiretteki hayatlarını düşünerek yaşamak yerine bu dünya hayatını sınır tanımaz ve azgın bir hırsla yaşamalarıdır.

Örneğin 60'lı yıllarda dünya gençliği arasında ortaya çıkan özgürlük anlayışı tamamen bu sınır tanımazlığın ve aşırılığın sonucuydu. Serbest cinsellik, uyuşturucu kullanmak, başıboşluk, asilik gibi her türlü ahlak dışı tavır bu dönemin en önemli özelliği idi. Bugün tüm dünyada bu dönemin yetiştirdiği insanlar ya ülkeleri yönetmekte, ya da okullarda öğretmenlik yapmaktalar. Ayrıca günümüzün genç neslini yetiştirmiş olan anne babalar da yine aynı dönemin insanlarıdır. Bugün tüm dünyada ahlaki dejenerasyonun tarihte görülmediği kadar ilerlemiş olmasının bir nedeni de dinsiz yetişmiş bir kuşağın, giderek dejenere olarak yetiştirdiği bir neslin mevcut olmasıdır. Allah bir ayetinde babaları dini bilmedikleri için kendileri de "gafil" kalan topluluktan söz eder:

Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin). (Yasin Suresi, 6)

Bu ayette de dikkat çekildiği gibi dinsiz insanların yetiştirdikleri nesiller de kendileri gibi dinsiz ve "kötülükte sınırı aşan", yani ahlaki değerlerden yoksun insanlar olmaktadır. Bugün Amerika'dan, Hollanda'ya, Uzakdoğu ülkelerinden Rusya'ya kadar hakim olan ahlaki dejenerasyonun en önemli nedeni dinsizliğin oluşturduğu kendini başıboş ve sorumsuz zanneden insanlardır. Homoseksüelliğin adeta "moda" olmasının, fuhuşun, küçük yaştaki çocukların fuhuş için satılmalarının, kumarın, dolandırıcılığın, rüşvetin, şeytani özelliklere sahip olmayı bir meziyet saymanın, insanların birbirlerine hatta "babalarına bile" kesinlikle güvenememelerinin, evlilik öncesi ilişkinin modernlik zannedilmesinin, insanların utanma ve haya duygularını kaybetmelerinin, güzel ahlak gösterenleri yadırgamalarının ve belki 20 yıl önce kesinlikle düşünülemeyen ve büyük bir ahlaksızlık olarak kabul edilen tavırlara insanların özendirilmesinin ardında yatan neden, dinsizliğin belki de tarihte ilk defa bu kadar yaygınlaşmasıdır.

Allah korkusunu kalbinde hissetmeyen bir insanın yaşamında hiçbir sınır yoktur. Sınırsızlığın sonucunda da toplumun ahlak yapısında büyük bir çöküş olur.

Dinsizliğin ahlaksızlığı getirdiği kesin bir gerçektir. Ancak dinsiz olduğu halde ahlaksız olmadığını, yukarıda sayılan ahlaksızlıkların hiçbirini yapmadığını düşünen insanlar da olabilir. Gerçekten dinsiz bir insan hayatı boyunca kesinlikle rüşvet almamış olabilir ve almamak konusunda kesin kararlı da olabilir. Ancak bu onun Kuran'a uygun güzel bir ahlak sahibi olduğunu göstermez. Herşeyden önce Allah'tan korkup sakındığı için güzel ahlak gösteren bir insan her konuda bu ahlakını devam ettirir. Buna karşın hayatı boyunca asla rüşvet almadığını söyleyen dinden uzak bir insan çıkarları için kolaylıkla yalan söyleyebilmektedir. Veya oğlunun hastane masrafları için paraya ihtiyacı olduğunda gözünü kırpmadan rüşvet alabilmekte, yani koşullar değiştiğinde "mecbur kaldığını" söyleyerek, hiç yapmayı düşünmediği birşeyi yapabilmektedir. Örneğin bir insanı öldürmeyi asla düşünemeyen dinsiz bir insan, bir gün aşırı sinirlendiğinde kendini tutamayarak cinayet işleyebilmektedir.

Oysa güzel ahlak sabır ve irade gerektirir. Koşullar ne olursa olsun güzel ahlaktan taviz vermemek gerekir. Bu iradeyi ve sabrı gösterebilmek içinse insanın önemli bir amacının olması şarttır. Müminler Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmayı amaç edindikleri için karşılarına çıkan her türlü koşulda güzel bir ahlak gösterirler. Ama dinsiz ve amaçsız bir insanın böyle bir irade ve sabır göstermesi için bir neden yoktur. Örneğin fuhuş yolu ile para kazananlar bunu aç kalmamak için yaptıklarını söylerler. Oysa Allah'a ve ahiret gününe iman ediyor olsalar, böyle bir hayasızlığa asla yeltenmezler. Ahirette hesabını veremeyeceklerini bildikleri için büyük bir korku ile sakınırlar. Allah'ın "Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 268) ayetinde bildirdiği gibi insanların büyük bir kısmı fakirlik korkusuyla türlü ahlaksızlığa başvurabilmektedir. Halbuki Allah'ın rahmetini uman kişi bunları aklından dahi geçirmez. Allah Kuran'da müminlerin içlerindeki Allah korkusundan dolayı güzel ahlaklarında kararlı ve sabırlı olduklarını şöyle bildirir.

Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 21-22)


YAŞLI İNSANLARIN YAŞADIKLARI SIKINTILAR

Adım atacak yer olmayan otobüslerde zorlukla ayakta duran yaşlı kimseler ve bu kişilerle göz göze gelmemeye özen göstererek oturan gençler� Saatlerce kızgın güneş ya da sağanak yağmur altında bekleyen ve sonunda yorgunluğa dayanamayıp bulunduğu yere oturmak zorunda kalan yaşlı insanlar� Sağlık problemleri nedeniyle bakımı zorlaşan ve bu yüzden evlerinden uzaklaştırılmak istenen yaşlı anne, babalar� Fiziksel ve zihinsel gücünü kaybettiği için küçümsenen, değer verilmeyen ve istenmedikleri kendilerine hissettirilen yaşlı erkekler ve kadınlar� Bu görüntüler horlanan ve toplum içinde hak ettikleri saygıyı göremeyen yaşlı insanların günlük yaşamda karşılaştıkları bozuk tavırlardan sadece birkaçıdır.Dinden uzak yaşayan toplumlarda yaşlanıp güçten düşen insanlar hem maddi hem de manevi yönden sıkıntı içindedirler. Yaşamak zorunda bırakıldıkları mekanlardan maruz kaldıkları davranışlara kadar pek çok etken bu sıkıntının sebeplerindendir.Oysa yaşlıların korunması, onlara hürmet edilmesi Kuran ahlakının gerektirdiği davranışlardandır. Allah ayetlerde, yaşlanan anne ve babaya "Öf" bile denmemesini emretmektedir:

Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. (İsra Suresi, 23)

İşte bu bilinçle hareket eden insanların olduğu bir toplumda ne yoksulların, ne yaşlıların, ne de diğer ihtiyaç içindeki insanların zulüm görmesi, öfke ve merhametsizlikle karşı karşıya kalması mümkün değildir. Yediden yetmişe tüm insanlar için en rahat, en huzurlu, en güzel şartlar ayarlanır. Ve yapılan güzel davranışların karşılığı da yalnızca Allah'tan beklenir. Ayrıca Kuran ahlakını benimseyen insanlar yaşlı da olsalar, genç de olsalar son derece anlayışlı, merhametli, saygılı olurlar. Dinden uzak toplumlarda yaşlı insanlar kimi zaman alıngan tavırlarla, rahatsız edici davranışlarla çevrelerine sıkıntı verebilirler. Ama Kuran ahlakının yaşandığı bir ortamda yaşlılar da en güzel ahlakı gösterecekleri için, rahatsızlık verici davranışlara maruz kalmazlar.


İnsanların Ahlaksızlığa Özendirilmeleri


1979 yılına ait bu dergiden de anlaşıldığı gibi seneler öncesinden eşcinselliğin doğal bir şey olduğu yalanı topluma aşılanmaya başlanmıştır

Günümüzde "modernlik", "çağdaş olma", "cesaret" ve "özgürlük" kılıfları altında insanlar, özellikle de gençler ahlaksızlığa özendirilmektedirler. Birkaç on yıl öncesine kadar insanların ağızlarına dahi almaya çekindikleri kavramlar birçok toplumda artık meşru olarak kabul edilmektedir. Televizyonlarda ve magazin dergilerinde her türlü ahlaksızlık sergilenmekte, yolsuzluk yapanlar, homoseksüeller, fuhuşla geçimini sağlayanlar, kızlarını pazarlayanlar, kumarbazlar, iki lafı biraraya getirmekten aciz, cahil kişiler "özenilecek kimseler"miş gibi lanse edilmekte ve yaşadıkları hayat çok cazipmiş gibi anlatılmaktadır. Yaptıkları ahlaksızlıkların günümüz toplumundaki sıfatları ise sözde cesaret, medeniyet ve modernliktir.

Örneğin son yıllarda dünya genelinde erkeklerin kadınsı davranmaları, kadınsı bir üslupla konuşup, kadınsı giyinmeleri bu telkinin bir sonucudur. Toplumda bazı kişilerin endilerini küçük düşürecek bu gibi tavırlara özenmeleri de elbette ki onların akılsızlıklarının bir göstergesidir. Evlilik dışı ilişkiler ve uyuşturucu kullanmak da dünyaca ünlü bazı "medyatik" kişiler tarafından özendirilmektedir. Cahil olan insanlar ise bu kişileri kendilerine örnek alıp, onların giyimlerinden mimiklerine, hayat felsefelerinden konuşma üsluplarına kadar her tavırlarını taklit etmektedirler. Halbuki özendikleri kişilerin büyük bir bölümü ruhsal çöküntü içinde yaşayan, cahil, çevresindeki insanlar tarafından sürekli aşağılanan insanlardır. Ancak Kuran ahlakından uzak olan birçok insan bunları göremeyecek kadar akıl yönünden yoksundur. Allah iman etmeyenlerin akılsızlıklarını birçok ayetinde bildirmiştir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız? (Kasas Suresi, 60)


Kuran'da haram olduğu açıkça bildirilen eşcinselliğin toplumlar tarafından bu denli benimsenmesinde basının rolü büyüktür.

Oysa toplum, Allah'tan korkup sakınan, düşünen, akıl sahibi, vicdanlı, kültürlü, dürüst ve aydın kimselere özendirilse, ahlaksızlıklar yerilerek küçük düşürülse, hiç kimse ahlaksızlık yarışına giremeyecektir. Genç insanların zihinleri boş konular yerine hem kendilerini geliştirecek, hem de çevrelerine fayda vermelerini sağlayacak konularla meşgul olsa, kuşkusuz bu insanlar çok daha bilinçli bireyler olacaklardır. Bilinç düzeyi yüksek kişilerin de her zaman için çevrelerindeki insanlara, içinde yaşadıkları topluma ve hatta tüm dünyaya fayda getirecekleri açıktır. Öncelikle bu insanlar her zaman doğru olanı araştıran, fikri saplantılardan uzak, açık fikirli kişiler olacaklardır. Çevrelerinde gördükleri olayları dinsizliğin getirdiği birtakım önyargılarla değil, açık bir zihinle değerlendirecek, dünyada bulunuş amaçlarını fark edebileceklerdir. Ve bu insanlar, kendilerini Allah'ın yarattığını ve O'na karşı sorumlu olduklarını bildikleri için, en güzel ahlakı yaşayabileceklerdir. Kuran'a uydukları için de kendilerine yalancı, sahtekar, ahlaksız, bozguncu insanları değil, samimi, güzel ahlaklı, akıllı, bilinçli insanları örnek alacaklardır. Allah bir ayetinde örnek alınması gereken insanları şöyle bildirmiştir:

Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)

Toplumda güzel ahlaklı kimselerin ön plana çıkartılmaları, güzel ahlakın övülerek kötü ahlakın yerilmesi insanların ahlaksızlığa özenmelerini de tamamen ortadan kaldıracaktır.


Dinsiz İradesizliğinin Bir Göstergesi

Uyuşturucu

Uyuşturucu kullananların sayısı günden güne artmaktadır.

Uyuşturucu kullanımı özellikle son 10 yıldır büyük bir hızla yayılmaktadır. Yapılan araştırmalar gençlerin önemli bir bölümünün uyuşturucu kullandığını ve yine çok fazla sayıda insanın uyuşturucu bağımlısı olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin 1992 yılında İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre gençlerin %50'sinin uyuşturucu kullandığı, %30'unun ise bağımlı oldukları ortaya çıkmıştır. Amerika'da yapılan bir diğer araştırma ise 1988 ve 1995 yılları arasında Amerikalıların uyuşturucu için toplam 57.3 milyar dolar harcadıklarını ortaya koymuştur.9

Her türlü uyuşturucu madde, insan sağlığına çok büyük zarar verir. Uyuşturucu kullanan bir insanın hayatı da olumsuz yönde etkilenir. Öncelikle çalışarak para kazanması ve ihtiyaçlarını karşılaması imkansız hale gelir. Bir yandan da uyuşturucu alabilmek için para bulması gerekir. Bu nedenle uyuşturucu kullananların bir çoğu, hırsızlık, dolandırıcılık, fuhuş, uyuşturucu kuryeliği gibi kanun dışı yöntemlerle para kazanma yoluna giderler. Her geçen gün katlamalı olarak daha fazla batağın içine girerler. Bir insanın kendisine göz göre göre ve kendi eliyle maddi ve manevi yönden böyle büyük bir zarar verebilmesi aslında şaşırtıcıdır. Akıl ve vicdan sahibi bir insan kendisini asla böyle bir duruma düşürmez ancak dinsizliğin neden olduğu iradesizlik bir insanın kendisine çok daha büyük zararlar verebilmesine neden olabilmektedir. Allah "Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar." (Yunus Suresi, 44) ayetiyle dinsiz insanların bu yönünü bildirmektedir.


Gençlerin gün geçtikçe daha fazla uyuşturucuya rağbet etmesinin altındaki en önemli sebeplerden biri, Kuran ahlakının kazandırdığı akıl ve vicdandan yoksun olmalarıdır.

Uyuşturucu konusunda dinsizliğin etkisini gösterdiği bir başka nokta ise gençleri v e insanları uyuşturucuya alıştıranlardır. Vicdan, merhamet, şefkat ve acıma duygularını tamamen kaybeden bu insanlar, büyük bir özenle insanları bağımlı hale getirmeye ve daha fazla uyuşturucu satarak, bu sayede para kazanmaya çalışırlar. Hatta Latin Amerika veya Rusya gibi bazı ülkelerde uyuşturucu ticareti bir gelir olarak görülmekte ve devlet eliyle yürütülmekte, yapan kişilere de göz yumulmaktadır. Halbuki iki taraftan biri dindar olsa, Allah'a ve ahiret gününe iman etse bu sorun tüm dünyadan kalkar. Örneğin Allah korkusu nedeniyle uyuşturucu ticareti yapan kimse kalmasa veya Allah korkusu ile uyuşturucu kullanacak kimse kalmasa bu sorun kesin olarak çözülür. Bugün uyuşturucu ticaretini ve kullanımını ortadan kaldırmak için kullanılan yöntemler kesinlikle kalıcı çözümler sunmamaktadır. Örneğin hastanede zorla tedavi gören bir uyuşturucu bağımlısı, çıkar çıkmaz yine aynı ortama girerek uyuşturucuya başlamaktadır. Uyuşturucu kaçakçılığından tutuklanan biri ise hapishaneden uyuşturucu trafiğini yönlendirmeye devam edebilmektedir. Uyuşturucu bağımlısını kurtarmanın tek yolu o kişiye irade kazandırılmasıdır. Bir insana sarsılmaz irade veren tek güç ise dindir. En iradeli insanın bile iradesini kırabilecek bir tutkusu mutlaka vardır. Ancak Allah korkusunun ve cehennem azabından sakınmanın getirdiği iradeyi sarsabilecek hiçbir güç yoktur.


Çirkin Bir Hayasızlık: Fuhuş

Fuhuşla kazanç sağlama yolu tüm dünyada çok büyük bir hızla yayılmaktadır. Bunun yanı sıra fuhuş ticareti yapan gençlerin yaş sınırı da büyük bir hızla düşmektedir. Bugün dünyanın bir çok ülkesinde çocuk denecek yaştaki kız ve erkek çocuklar, para karşılığında, hatta kimi zaman bizzat aileleri tarafından pazarlanmaktadırlar. Daha korunması ve bakılması gereken bir yaşta bir meta olarak satılan bu çocukları kurtarmak için tüm dünyanın ayağa kalkması gerekirken, Filipinler gibi çocuk fahişelerin yaygın olduğu ülkeler en gözde turistik mekanlar olarak tanıtılmakta, dünyanın pek çok yerinden turistler yalnızca bu amaçla söz konusu bölgelere akın etmektedirler.

National Certified Health Statistics hesaplarına göre Amerika'da çocukların %32'si evlilik dışı ilişkilerden doğmaktadır. Bu, her yıl 1.267.383 çocuk evli olmayan anne ve babalardan meydana geliyor demektir.10 20-30 yıl önce düşünülmesi bile imkansız olan bir olay bugün artık olağan karşılanmaktadır.

Fuhuş sonucunda meydana gelen maddi ve manevi zararlar ise toplumun yapısını önemli ölçüde etkilemektedir. Evlilik dışı ilişkilerden doğan çocuklar veya daha çocuk yaşta, üstelik evli olmadığı halde çocuk sahibi olan annelerin oluşturduğu aile yaşantısının ne kadar bozuk ve çürük olacağı açıktır. Böyle bir yapıda yetişen çocukların da akıbeti bellidir. Aile yapısındaki bu dejenerasyon 9 Mart 1998 tarihinde yayınlanan "A Synopsis of Current World Crisis Reports" (Mevcut Dünya Krizi Raporlarının Bir Özeti) da şöyle açıklanmaktadır:

1960'lardan beri aile ve ahlak yapısında büyük bir bozulma başladı. Bugün ülkeleri yöneten insanlar o günün hippileriydiler. En önemli sloganları serbest aşktı. Ancak hiç kimse sürekli birileriyle kavga ettiklerini ve aslında birbirlerini hiç sevmediklerini fark edemedi. Onların yaşadıkları sevgi değil, ahlaksızlık ve dejenerasyondu.11

Fuhuş Allah'ın Kuran'da haram olarak açıkladığı ve karşılığında cehennem azabını vaat ettiği bir ahlaksızlıktır.

Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur. (İsra Suresi, 32)

Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır. (Furkan Suresi, 68)

Ancak dini telkin yerine ahlaksızlığın telkini verildiği için insanların büyük bir bölümü cehennemle karşılık bulacakları bir fiili "modern" ve "çekici" görebilmektedirler. Ahlaki dejenerasyonun son haddinde yaşandığı bir başka konu da homoseksüelliktir. Yakın bir geçmişe kadar "ahlaksızlık" olarak nitelendirilen homoseksüellik bugün birçok toplumda normal karşılanmakta ve hızla yayılmaktadır. Artık günümüzde bazı ülkelerde eşcinseller evlenebilmekte, kiralık anneler aracılığı ile bebek sahibi olabilmekte, homoseksüel partiler ve kulüpler kurabilmekte, eşcinsel kongreleri düzenleyebilmektedirler. Birçok dergi veya yayında bu tür ilişkilerin revaçta olduğuna dair telkinler yapılmaktadır. "İnsan cinsel kimliğini tespit etmekte serbesttir" gibi sözlerle "entellik" ve "geçerlilik" kazandırılmaya çalışılan homoseksüellik aslında açık bir sapıklıktır.


Kuran ahlakının kişiye kazandırdığı en büyük güzelliklerden biri olan iffet kavramından habersiz olan gençler, para karşılığında bedenlerini satmakta bir mahsur görmüyorlar.

Dikkat edilirse homoseksüellerin ve fahişelerin aynı zamanda diğer ahlaki yönleri de bozuktur. Saldırgan, küfürbaz, laf anlamayan, evleri ve bedenleri pislik içinde olan, bulaşıcı hastalığını gözünü kırpmadan diğer insanlara geçirebilecek kadar insanlara karşı kin ve nefret duyan, hiçbir konuda sınır tanımayan, ar ve şerefini tamamen kaybetmiş insanlardır. Sahip oldukları psikolojik bozukluklar sebebiyle intihara ve cinayete de son derece eğilimli bir yapıları vardır. Bu insanların topluma hiçbir faydaları dokunmaz, aksine sadece huzursuzluk, gerilim, hastalık ve ahlaksızlık getirirler. Bu insanların sürekli gündemde tutulmalarının amacı; insanları iyice dejenere ederek, hatta bunu maksimum seviyeye getirerek, zaman içinde ahlak kurallarının iyice zayıfladığı bir toplum oluşturmaktır. Ahlaki yönden dejenere olmuş bir toplumun en belirgin özelliği ise dinsizliğidir. Homoseksüellik Allah'ın dünyada ve ahirette azap sebebi olarak bildirdiği bir sapıklıktır. Allah Kuran'da, Lut kavmini yerin dibine geçirdiğini ve tarihe geçen bir azapla azaplandırdığını bildirmiştir. Hz. Lut kavmini bu sapkınlığı bırakmaları konusunda uyarmış ancak kavmi ona azgınlıkla karşılık vermiştir. Bunun sonucunda ise Allah bu kavmi helak etmiştir:

"Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz? Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." Dediler ki: "Ey Lut, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın." Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım. Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar." Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık. Yalnızca geri kalanlar içinde bir kocakarı hariç. Sonra geride kalanları yerle bir ettik. Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 165-174)

Asıl düşündürücü olan ise sosyal kurumların veya konuyla ilgili kişi ve kuruluşların bu soruna yaklaşım şekilleridir. Hiçbir kurumda bu sapkınlığın Allah Katında beğenilmeyen ve dünyada ve ahirette azapla karşılık göreceği bildirilen bir günah olduğunun üzerinde durulmamaktadır. Halbuki bu sapkınlığı işleyen insanların topluma verdikleri zarar kadar, bu insanların içinde bulundukları durumdan kurtarılmaları da önemlidir. Bugün tüm dünyada milyonlarca insan sapkınlık ve azgınlık içinde yaşamaktadır. Bu kişiler aldıkları telkinler sonucunda çirkinliği, ahlaksızlığı, itaatsizliği ve asiliği güzel görmeye başlamışlardır.

Dindar bir toplum ise insanları her zaman en güzele, en estetik olana, en doğruya, en dürüst olanına, en haysiyetli ve şerefli olan hayata, en akıllı olan tavra özendirir. Allah bir ayetinde imanı güzel ve ahlaksızlığı çirkin görenlerin doğru yolu bulduklarını bildirir:

Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7)

İnsanları kötülüklerden ve sapkınlıklardan alıkoyacak, güzel ahlakı insanlar arasında hakim edebilecek tek güç dindir. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:

Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü Kendisi'nin olan (Allah) ne yücedir. Kıyamet-saatinin ilmi O'nun Katındadır ve O'na döndürüleceksiniz. (Zuhruf Suresi, 85)


Kumarın Zararları


Günümüzde kumar, tüm dünyada oldukça yaygın olan, hatta birçok kişi için bir tür eğlence sayılan bir sektör haline gelmiştir. İnsanlar kumara çok büyük miktarlarda paralar harcamaktadırlar. Öyle ki sırf zevk için yapılan bu para tüketimi, birçok muhtaç insanın refaha kavuşmasına yetecek boyutlardadır. Oysa kumarın insanlara ne kadar büyük zararlar verdiğini her gün gazetelerde ve televizyonlarda, görmek mümkündür. Kumar borcu yüzünden intihar eden, herşeyini kaybettiği için ailesi dağılan, senelerce uğraşıp kazandığı mal varlığını birkaç saat içinde tamamen kaybedip bunalıma giren, bundan dolayı gözünü kırpmadan cinayet işleyebilen insanların haberleri her gün karşımıza çıkmaktadır. Yıkılan ailelerin, parçalanmış evliliklerin, haksız yolla kazanılan paraların üzerine bina edilen bu sektör, ahlaki dejenerasyonun çok önemli bir örneğidir. Toplumsal yapıya ve aile ilişkilerine son derece zararlı olmasına rağmen kumarın, bu şekilde teşvik edilmesi ise şaşırtıcıdır. Bunun ticaretini yaparak para kazanmaya çalışmak, kumarı meşru bir fiil olarak kabul etmek ise kuşkusuz son derece büyük bir vicdansızlıktır. Tüm bu zararları görmezlikten gelerek böyle çirkin ve haram bir fiilin yayılmasına izin verenler, kendileri de kumardan zarar gördüklerinde ne kadar büyük bir hata yaptıklarını anlarlar. Ama onlar böyle bir olayla karşılaşana kadar pek çok insanı hatta toplumları karanlığa sürüklemiş olurlar. Böyle bir vicdansızlığın köklü olarak ortadan kaldırılması ise Allah'ın emrettiği Kuran ahlakına uymaktır. Allah Kuran'da kumarı "şeytan işi bir pislik" olarak tanıtmış ve insanları bundan uzak durmaya çağırmıştır:

Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maide Suresi, 90-91)

İmanlı ve vicdanlı insanlara düşen görev de, kumarın insan ve toplum yaşamına getirdiği zararları gözler önüne sermek, insanları bu "pislik"ten kaçınmaya davet etmektir.

Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 90)





Kuşkusuz ki, kumar batağına saplanan tek ülke Amerika değildir. Bugün pek çok ülkede, senelerce çalışarak kazandıkları paraları birkaç saat içinde kumarda kaybederek, ailelerini yoksul bir hayata mahkum eden insanlar yaşamaktadır.





Dinsizliğin Getirdiği Bir Sapkınlık


Eylül 1999'da Türkiye'de gerçekleşen bir olay tüm insanlarımızı son derece şaşırttı. Bu daha önce ülkemizde benzerine şahit olunmayan bir olay idi. Kendilerine satanist diyen gençlerin işledikleri korkunç bir cinayetin ortaya çıkarılması, gençlerin içinde oldukları durumu gözler önüne sermişti. Bu olayın ardından gazetelerde, televizyonlarda birçok haber çıktı. Herkes kendine göre pek çok yorum yaptı, birtakım çözümler, gençleri bu tehlikeden koruyacak yollar önerildi. Ancak bu çözümlerin hiçbirinin köklü ve kalıcı çözümler olamayacağını, insanların böyle sapkın bir yoldan korunmasının tek bir yolu olduğunu hatırlatmakta fayda görüyoruz. Bu yol ise, Allah'a iman etmek, O'nun varlığının ve kudretinin delillerini takdir etmek, Allah'tan korkmak, Kuran ahlakına uygun bir yaşam sürmek ve gençleri de bu yönde eğitmektir. Bunların dışında önerilen hiçbir yol, insanları bu tehlikeden uzak tutmaya yetmeyecektir.

Dinsizliğin Neden Olduğu Cinayetler


Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah'a tapmazlar.
Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.
(Furkan Suresi, 68)



İslam ahlakından uzak olmanın getirdiği zararlardan biri de, insanlar arasında acımasızlığın, kindarlığın, öfkenin, zulmün hakim olmasıdır. Bu yapıdaki insanlar, kendi çıkarları söz konusu olduğunda veya bir kimseye duydukları öfke sebebiyle rahatlıkla cinayet işleyebilmektedirler.

Haksız yere bir insanın canına kıyan, soğukkanlılıkla seri cinayetler işleyen, ani bir öfke ya da kıskançlık sonucu en yakınını veya hiç tanımadığı birisini öldüren, hatta bu işi parayla yapan insanların sayısı, günümüz toplumlarında oldukça fazladır. Gazetelerden ve televizyonlardan bir gün bile eksik olmayan cinayet haberleri toplumdaki, dinsizlikten kaynaklanan dejenerasyonun çok açık bir göstergesidir.

Dünyada her gün binlerce insan öldürülmektedir. Birkaç milyon lira için gece, taksisine bindiği şoförü haksız yere öldüren insanlar vardır. Veya geçimlerini hiç tanımadıkları insanları öldürerek sağlayan, bunu artık sıradan bir olay olarak değerlendiren insanların sayısı da azımsanmayacak boyutlardadır. Bu insanlara sorulduğunda ise, kendilerine göre bir açıklama yaparak "o parayı almasaydım ben açlıktan ölecektim" gibi ahlaksızca ifadeler kullanırlar. İşte tüm bunlar, Allah'ın dinine uymadan yaşanan bir hayatın sebep olduğu zalimliklerdir.

Üstelik bunların yanısıra sadece zevkten adam öldüren insanlar, seri cinayetler işleyen katiller de dünya üzerinde insanların korku ve tedirginlik içinde yaşamalarına neden olmaktadır. Ailelerini paralarını alabilmek için öldürenler ya da öldürtenler, kıskançlıktan dolayı cinayet işleyenler, kindarlıktan dolayı yıllarca bekleyip sonra en yakınını öldürenler, bakışını beğenmediği için sokak ortasında hiç tanımadığı halde suçsuz bir adamı öldürenler, kan davası uğruna çoluk çocuk demeden tüm aileyi katledenler, ani bir öfke sebebiyle bir anaokulunu basıp çok sayıda çocuğu hedef alanlar... Bu örnekler o kadar çoktur ki, haberleri gazetelerden birgün bile eksik olmaz.

Allah'ın sınırlarını gözardı eden insanlar için bir insanın canını almak çok kolaydır.
Kuran ahlakının yaşanmadığı bir toplumda her an bir şiddet olayıyla karşılaşmak mümkündür. Gerçek anlamda huzurlu ve güvenli bir yaşam için insanların mutlaka Allah korkusuna sahip olmaları şarttır.

Tüm bunların yaşanmasının en önemli sebeplerinden biri ise Allah'ın aşağıdaki ayetinin gözardı edilmesidir:

Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.
(Furkan Suresi, 68)

Haksız yere bir insanı öldüren kişiler büyük bir azapla tehdit edilmişlerdir. Allah tek bir kişiyi öldürmenin, tüm insanları öldürmek kadar ağır bir suç olduğunu haber vermiştir. Ancak günümüzde bu ayetlerin gözardı edilmesi ve toplumlarda Allah korkusunun yerleşmemiş olması sebebiyle rahatlıkla seri cinayetler işlenmektedir. Zalim insanlar ahirete iman etmedikleri, bu yaptıklarının hesabını vereceklerini anlamazlıktan geldikleri için böyle pervasız bir tutum sergileyebilmektedirler. Allah'ın sınırlarını koruyan bir insanın bir öfke krizine kapılarak kontrolünü kaybetme ve bir insana zarar verme ihtimali kesinlikle yoktur. Fakat dini yaşamayan toplumlarda Allah korkusu olmadığından ve dünyadayken yaptıkları herşeyin hesabını mutlaka vereceklerine dair inançları bulunmadığından tüm bu ahlaksızlıklar rahatlıkla yapılmaktadır. Oysa dünyada belki adaletten kaçarak, cezadan kurtulduğunu sananlar, öldükten sonra ahirette Allah'ın huzurunda verecekleri hesaptan asla kaçamayacaklardır. Allah bu konuya bir ayetinde şöyle dikkat çekmiştir:

Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele. (Al-i İmran Suresi, 21)


Dinden Uzak İnsanlar Zalim Nesiller Yetiştirirler

Genellikle seyrettikleri filmlerden etkilenerek suç işleyen bu çocuklar, aslında dinsiz bir toplumun kaçınılmaz sonuçlarındandır.

Bu konunun tüm dünya toplumlarını ilgilendiren çok önemli bir yönü daha vardır. Bahsettiğimiz türde cinayetler o kadar yaygınlaşmıştır ki, küçük çocukların okullarda katliam yaptıklarına dahi şahit olmak mümkündür. Bunlarla ilgili haberler zaman zaman basında yer almaktadır. Elbette bunların bir sebebi bu çocukların izledikleri filmlerde, televizyon programlarında, okudukları kitaplarda sık sık işlenen zalimlik telkinidir. Özellikle bazı filmlerdeki öldürme sahnelerinin küçük yaştaki çocukları bu korkunç eylemlere özendirici bir etkisi vardır. Bu da dinsizliğin karanlık yüzünü göstermesi açısından çok önemli bir örnektir.

İnsanları çok küçük yaşlarından itibaren böylesine karanlık bir ortama iten, zalimliğe yönlendiren ise yine dinden uzak yaşayan insanların varlığıdır. Bu insanlar kendileri Allah'tan korkmadıkları gibi, yine Allah korkusu olmayan zalim nesiller yetiştirirler. Çocuklarına İslam ahlakının emrettiği güzel ahlakı, merhametli, şefkatli, adaletli, hoşgörülü, itidalli, akılcı yapıyı değil, dinsizliğin getirdiği kötü ahlakı öğretirler. Bu konuyla ilgili olarak Hz. Nuh'un Kuran'da bildirilen duası, tarih boyunca tüm inkarcıların aynı zalim yapıyı sergilediklerini bize göstermektedir:

Nuh "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma." dedi. "Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar." "Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını artırma."
(Nuh Suresi, 26-28)

Son derece temiz yüzlü gibi gözüken bu çocuk (sol üst) küçük yaşına rağmen büyük bir katliam gerçekleştirmiştir. Diğer fotoğraflarda gözüken acının sebebi bu küçük çocuktur. Yeterli ahlaki eğitimin verilmediği toplumlarda sayıları gün geçtikçe artan katil çocuklar etraflarına dehşet saçmaktadır.

Dünyanın Dört Bir Yanında Yaşanan Savaşlar

Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.
Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
(Bakara Suresi, 208)




Yirminci yüzyıl insanlık tarihine savaşların, soykırımların, çatışmaların yüzyılı olarak geçti. Dünya tarihi boyunca en fazla kanın akıtıldığı bu yüzyılda, milyonlarca insan sebepsiz yere hayatını yitirdi, milyonlarcası evinden yurdundan oldu, sakat kaldı, yakınlarını kaybetti. Dünya tarihinde çok önemli etkileri olan, yeni ülkelerin kurulması ve pek çoğunun da yıkılmasıyla sonuçlanan iki büyük dünya savaşı bu yüzyılda yaşandı. Daha önceki dönemlerde yaşanan savaşlar sadece birkaç ülke arasında, cephelerde gerçekleşirken, bu savaşlar dünyanın dört bir tarafındaki ülkeleri içine aldı. Sadece Birinci Dünya Savaşı'nda 9 milyon kişi öldü, 20 milyona yakın kişi yaralandı.

Bu yüzyıldaki savaşların bir başka özelliği de sivillerin doğrudan bombalanması, çocukların, kadınların, yaşlıların katledilmesi oldu. Soykırım kavramı da gerçek anlamıyla 20. yüzyılda insan hayatına girdi. Vietnam'da, Filistin'de, Keşmir'de, Ruanda'da, Bosna ve Kosova'da, Çeçenistan'da yüz binlerce silahsız insan hayatını kaybetti, kadınlar tecavüze uğradı, işkenceler yapıldı, insanlar hayatlarını kamplarda devam ettirmeye çalıştılar.

Kuran'da bunlara benzer bir örnek Firavun dönemi ile ilgili olarak verilmiştir. Firavun örneğinde gördüğümüz, bu vahşi katliamlarda her zaman savunmasız, zayıf bırakılmış kişilerin hedef alınmasıdır. Kasas Suresi'nde Firavun'un halkını fırkalara ayırdığı, zayıf bıraktığı ve savunmasız insanları katlettiği şu şekilde ifade edilir.

Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)

Hani Musa kavmine şöyle demişti: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz işkencelere uğratıyor, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır. Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir."
(İbrahim Suresi, 6-7)

Günümüzde ise basında tüm ayrıntılarıyla yer alan bu tür katliamlar, bunları gerçekleştirenlerin insanlıktan ne kadar uzaklaştıklarını açıkça gözler önüne sermektedir. Her türlü ahlaki duyarlılıktan, insani duygulardan, merhametten, şefkatten, sevgiden, acıma duygusundan uzak olan bu insanların belki kendilerinin bile ne uğurda savaştıklarından haberleri yoktur. Bu durum günümüzde süregelen savaşlar için de geçerlidir. Savaşları planlayanların, ateşleyenlerin ve bunlardan çıkar bekleyenlerin belli bir amaç doğrultusunda yaptıkları bu çatışmaların sebepleri, savaşın bizzat içinde olan pek çok kişi tarafından bilinmemektedir.

Bu vahşi katliamları gözlerini bile kırpmadan gerçekleştirebilecek kadar insanlıktan çıkan kişilerin içinde bulundukları durumun nedeni ise, önderlerinden aldıkları eğitimdir. İnsanın bir hayvan gibi görüldüğü, işkencenin, vahşetin makul hale getirildiği bu sistemde her türlü ahlaki değer önemini kaybetmiştir. Bu açıdan bakıldığında günümüzde vahşetlere öncülük eden liderlerle Kuran'da anlatılan Firavun ve askerlerinin çok büyük benzerlikler taşıdığı görülür. Allah onların cehennemde şiddetli bir azapla karşılaşacaklarını bildirmiştir:

Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler. Bu dünya hayatında onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise, onlar çirkinleştirilmiş olanlardır. (Kasas Suresi, 41-42)


Vahşetin Kökeni

Dünyada yaşanan tüm bu vahşetlerin kökeninde aslında Darwin'in teorisinin büyük bir rolü vardır.

Yapılan tüm katliamların ve insanların gözlerini kırpmadan birbirlerini öldürmelerinin sebepleri incelendiğinde ise, karşımıza 19. ve 20. yüzyılın düşünce hayatını etkisi altına alan maddeci (materyalist) yaklaşım çıkar. Materyalizm tek gerçek varlığın madde olduğunu ve maddeden başka hiçbir şeyin var olmadığını öne süren bir düşünce sistemidir. Bu sisteme göre madde ezelden beri vardır ve sonsuza kadar da var olmayı sürdürecektir. Dolayısıyla Allah'ın varlığı ve manevi hayata ilişkin tüm değerler ve güzel ahlak bu anlayışla reddedilmektedir. Yine bu çarpık anlayışa göre insan, hayatını devam ettirebilmek için vardır, kimseye karşı sorumlu değildir ve kendi menfaatlerini gözetmelidir.

Materyalist felsefeciler tarafından savunulan evrim teorisi ise bu çarpık anlayışa çok önemli bir dayanak teşkil etmektedir. Evrim teorisi ilk ortaya atıldığı dönemden beri materyalist dünya görüşünü desteklerken, bir yandan da özellikle insanlar arasında yaşanan katliamlara zemin hazırlamıştır. Darwin, "yaşam mücadelesi" kavramıyla her zaman zayıf bireylerin eleneceğini ve güçlü olanların ayakta kalacağını iddia etmiştir. Bu ırkçı görüş zamanla "Sosyal Darwinizm" adını almış ve 19. yüzyıldaki ırkçı düşüncelere ve vahşi kapitalizme dayanak teşkil etmiştir. Bu düzen içinde zayıf insanlar, düşkünler, sakatlar ortadan kaldırılması gereken, evrimini tamamlayamamış yaratıklar olarak ifade edilir. (Bkz. Darwin'in Türk Düşmanlığı, Harun Yahya)

Bu maddeci yaklaşım içinde insan hayatı hiçbir önem taşımaz. Özellikle de zayıf insanların katledilmesinde, yok edilmesinde herhangi bir engel yoktur. Sadece bir toprak parçası, kişisel hırslar ya da doğal kaynaklar uğruna insanların öldürülmelerinin altında yatan sebep, işte insan hayatının bu derece değersiz görülmesidir. Maddeyi mutlak sayan, Allah'ın varlığını inkar eden insanlar, bu telkin altında her türlü suçu işleyebilmekte ve insanları da bu zalimliğe yönlendirmektedirler.

Kuran ahlakında ise insan hayatı çok önemlidir. Kuran'da tek bir insanın hayatına kast etmek bütün insanları öldürmekle bir tutulur:

Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan bir çoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır. (Maide Suresi, 32)


Dünya tarihi, bir toprak parçası, bir ideoloji vs. uğruna çıkan savaşlarda hayatanı yitirmiş insanlarla, harap olmuş şehirlerle doludur.

Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi, Kuran uyan bir toplumda insanlar haksız yere öldürülmez, evlerinden sürülmez, işkence görmez, haksızlığa uğratılmazlar. Daha önceki konularda da belirttiğimiz gibi, Kuran, insanlar arasında adaletle ve güzellikle davranılmasını emretmektedir. Bunun aksi davranışlardan, zulümden, çıkarcılıktan, başkalarının hakkına tecavüz etmekten insanları sakındırmaktadır. Yeryüzündeki zulme ve adaletsizliğe razı olmadığını söyleyen kişilerin yapması gereken de, Allah'ın varlığını, hesap gününü ve Kuran ahlakını insanlara tebliğ etmektir. Doğru olanın bu olduğunu bildiği halde tebliğden kaçınan, gördüğü zulümlere göz yuman bir insan ise Allah'ın azabından korkmalıdır. Çünkü Allah insanları yeryüzüne yerleştirmiş ve onların nasıl davranışlarda bulunacağını deneyeceğini haber vermiştir:

Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız.
Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. (Yunus Suresi, 13-14)

Savaşların Nedenleri

İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda insanların sırf çıkarları uğruna masum insanların kanını dökmesine, gencecik insanların katledilmesine asla izin verilmez. Kuran'da insanların birbirlerine her zaman güzellik ve barışla yaklaşması emredilir.

Dünya üzerinde gerçekleşen savaşların nedenlerini incelemek, bu vahşetlerin ne kadar anlamsız sebeplerle başlatıldığını anlamak için yeterlidir. Hiçbirinin binlerce insanın hayatını kaybetmesine, sakat kalmasına değecek bir nedeni yoktur. Yıllarca süren, binlerce kişinin ölmesine ve yaralanmasına, binlercesinin evlerini terk etmelerine, ülke ekonomilerinin çok büyük bir yıkım yaşamasına neden olan bu savaşların en önemli sebebi, savaşları örgütleyenlerin bozguncu karakterleri ve birbirlerinin hakkına tecavüz etmeleridir. Bencil ve acımasız olan, merhamet, şefkat yardımlaşma gibi her türlü insani duygudan uzak, kişisel hırslarını ve liderlik arzusunu tatmin peşinde koşan insanları içine alan bu bozguncu karakter Kuran'da şu şekilde tarif edilmektedir:

O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 205-206)

Bir ülke diğerine ait olan topraklarda geçmişe yönelik hak iddia eder, o ülkeye saldırır ve savaşların bir bölümü bu şekilde başlar. Bir parça toprak uğruna başlatılan bu savaş iki ülkeyi de geriye götüren çalkantılı bir dönem halini alır. Savaş bir türlü bitmek bilmez, iki taraf da silahlanmak için tüm maddi varlığını harcar. Ülkelerin bütçeleri sağlık ya da eğitim yerine silahlanmaya ayrılır ve hiçbir sonuç elde edilmez. Bu çatışmalardan çıkar elde eden gruplar, silah lobileri, büyük şirketler vardır. Zarar gören kesim ise çoğunluğu oluşturan halktır. Sonuç genellikle her iki taraf için de çok büyük bir yıkım olur. Çünkü yeryüzünde zorbalık yapan her kavim çeşitli sıkıntılarla karşılaşır, dünya üzerinde rahatlık içinde yaşayamaz. Allah haksızlıkta bulunanları acıklı bir azapla müjdeler:

Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azap vardır. (Şura Suresi, 42)

Savaşların bir başka nedeni de yeraltı kaynakları, doğal zenginlikler, madenler ya da sudur. Bazı ülkeler kendinde olmayıp, komşularında mevcut olan bu kaynaklara göz diker ve bir şekilde elde etmek için çatışmalar çıkarmaya çalışır. İyi bir planlama, yüksek bir teknoloji ile bu sorunların üstesinden gelmek mümkünken savaş çıkarıp, hepsinin kendi kontrolünde olmasını ister. Böyle bir durumda masum insanların, kadınların, çocukların ölmesini umursamaz. O ülkede karışıklık çıkarır, su kanallarını bombalar, her türlü zulmü makul karşılar.

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir
tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse,
sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.
(Fussilet Suresi, 34)

Kuran Ahlakının Yaşanmamasının Sonuçları

Allah, Nisa Suresi'nde de belirtildiği gibi ihtiyaç içinde olan insanlara yardım konusunda inanan her kişiye bir sorumluluk yüklemiştir:

Savaştan zarar gören sadece askerler değildir. Çıkan savaşlar can ve mal kaybının yanısıra sivil halkın psikolojileri üzerinde de derin izler bırakmıştır.

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
(Nisa Suresi, 75)

Kuşkusuz burada öncelikle yapılması gereken, insanlara Allah korkusunun ve ahirette hesap vereceklerinin hatırlatılmasıdır. Bunun dışında yapılan girişimlerin ise kesin bir sonuç vermesi zordur. Çünkü ancak Allah korkusu olan bir insan zulümden, haksızlıktan, insanları katletmekten çekinebilir. Aksi takdirde onu engelleyecek bir güç olmaz; her fırsat bulduğunda tekrar eski tutumuna geri döner. Ancak Kuran ahlakının üstünlüğünün, güzelliğinin farkına varacak olan insanlar sürdürmekte oldukları zulüm dolu hayattan vazgeçebilirler ve diğer insanları da vazgeçirmek için çalışabilirler. Bu nedenle de tüm Müslümanlara bu insanlara dini tebliğ etme sorumluluğu düşmektedir. Dinin güzellikleri, insanlara kazandıracakları, vereceği zevk ve güven insanlara anlatılmalıdır. Böylece bu savaşların devam etmesi için bir neden kalmayacak, her türlü aksaklık barış içinde çözümlenecektir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki bu barış, Kuran'ın çağırdığı ahlaka yalnızca belirli kişilerin icabet etmesiyle olmaz. Dünya genelinde kesintisiz bir huzurun sağlanması yine dünya genelinde bu ahlakın benimsenmesiyle mümkün hale gelir. Aksi takdirde yalnızca belirli bölgeler Kuran'ın sunduğu güzelliklerden faydalanabilirler. Diğer insanlar yine kargaşa, zulüm, savaş, yoksulluk, ezilmişlik dolu bir hayat yaşarlar.


Yardım Bekleyen Ülkelerden Yükselen Ses

Kosova savaşında kendilerine yardım ulaşan sevinç içindeki insanlar.

Allah'a iman eden ve Kuran ahlakını hayatının her anında yaşayan insanlar için çevrelerinde gerçekleşen her olayda çok büyük hikmetler ve işaretler bulunmaktadır. Çünkü Allah her olayı bir sebep üzerine yaratmakta, insanları da bunlar karşısındaki tavır ve tutumlarıyla denemektedir. İnanan her insanın üzerine düşen sorumluluklar vardır. Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmak, insanları kötülükten men etmek, iyiliği emretmek ve Allah'ı inkar eden her türlü akıma karşı fikri bir mücadele yürütmek. Böylece dinin gerektiği gibi anlatılmasıyla güçlü vicdana sahip, Allah'tan korkan topluluklar oluşacak, dinin yaşanmamasından kaynaklanan tüm problemlerin çözümü kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Allah, "(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur." (Bakara Suresi, 193) ayetiyle inananların üzerine düşen bu sorumluluğu hatırlatmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi günümüzde yapılması gereken öncelikli mücadele, dini inkar eden maddeci felsefeyle yapılan fikri mücadele olmalıdır. Elbette ki bu mücadele Kuran'da tarif edilen barışçı ve uzlaşmacı yaklaşım içinde gerçekleştirilir Bunun sonucunda, ideolojik zeminleri ve dayanak aldıkları felsefeleri çökertilen tüm düşünce sistemleri birer birer ortadan kalkacaktır.

Kuran ahlakını hayatının her anında yaşayan insanlar yardım bekleyen ülkelerden gelen sese karşı asla duyarsız kalamazlar.

Allah, "Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi, 18) ayetiyle bizlere hakkın karşısında batılın kesinlikle ortadan kalkacağını bildirir.

Bu nedenle de dinin Kuran ahlakından uzak olan tüm insanlara anlatılması, insanların dinsizliğin sonuçlarından biri olan karanlık dünyadan çıkmaya teşvik edilmeleri gerekmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de dünya üzerinde çatışmaların yaşandığı ülkelerden bahsedilmesinin sebebi, bu konuda bilgi aktarmak değildir. Çünkü bu ülkelerle ilgili olarak yazılmış binlerce kitap, onbinlerce tez bulmak mümkündür. Burada bu konu üzerinde durulmasının amacı, çözüm bekleyen zayıf bırakılmış insanlara yardım elinin uzatılmasıdır. İnananlara bu şerefli görevi bir kez daha hatırlatmak, dünya üzerinde yaşanan tüm çatışmaları, zulüm gören insanları, kadınları, çocukları, "zayıf bırakılmış" halkların durumunu düşündürmek açısından bu konu çok büyük önem taşımaktadır. Kimse "bu savaş benim bulunduğum yerden çok uzak, benim yapabileceğim birşey yok" diye düşünmemelidir. Yoksa bir savaş bitecek bir diğeri başlayacak ve hiçbir zaman bir çözüm bulunamayacaktır.

Çözüm üretmek adına trilyonlar harcayarak kuruluşlar oluşturup, buralarda yüzlerce kişiyi gereksiz yere istihdam etmenin çözüm olmadığını herkes çok iyi bilmektedir. Çünkü bu tip bazı kuruluşların şu ana kadar ne kadar çözüm ürettikleri, ne kadar insanın hayatını kurtardıkları ortadadır. Bugün herkes çok iyi bilmelidir ki Kosova'da, Bosna'da, Keşmir'de, Filistin'de zulüm gören ve "bir yardımcı" bekleyen bu kişiler için tek çözüm Kuran ahlakının yaşanmasıdır.


Çeçenistan'da Yaşananlar

2000'li yıllara girmek üzere olduğumuz şu günlerde dünya kamuoyunda yer alan konulardan biri, yıllardır süregelen Çeçenistan-Rusya savaşıdır. Özellikle de Rusya'nın sivillere yaptığı bombardımanlar, kadınlara, çocuklara ve silahsız halka yaptığı saldırılar konuyu daha da önemli bir hale getirmektedir. Pazar yerlerine, hastanelere, doğumevlerine yönelen bombalar, kadınları, çocukları, yaşlıları en savunmasız hallerinde yakalamakta ve herşey tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmektedir. Sadece bir doğumevindeki bombalamada on beş bebek hayatını yitirmiştir. Savaştan kaçıp, sınırı geçmeye çalışan masum halka karşı askerlerine "vur" yetkisi veren, hatta mülteci konvoylarını bombalayan Rus yönetiminin vurdumduymaz tavrı ise bu vahşeti daha açık bir şekilde ifade etmektedir.

Masum halka uygulanan katliamın bir örneğine Kuran'da tarif edilen Firavun döneminde de rastlarız:

Sizi, dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (Bakara Suresi, 49)

Kuran'da da dikkat çekildiği gibi savunmasız halk, her dönemde Firavun karakterindeki bu kişiler tarafından birinci hedef olarak seçilmektedir. Savunmasız halkı çok büyük tehlike altında olan bu ülkenin tarihine kısaca göz atmak, yaşanan vahşeti anlamak açısından faydalı olacaktır.

Çeçenistan'ı da içine alan Kafkasya 1918 yılından itibaren Sovyet Rusya'nın hakimiyeti altındaydı. Bu dönemde komünist Moskova çok geniş bir bölgede hakimiyet kurarken, etnik grupların yoğun olarak yaşadığı toprakları da suni sınırlarla birbirinden ayırmıştı. Hatta bazı halkların yerleri değiştirilerek, etnik ayrım daha da arttırılmıştı. İkinci Dünya Savaşı'nda komünist yönetim Kafkas halkları bir gecede trenlere bindirerek Sibirya'ya ve Orta Asya'ya sürdü. Yüzbinlerce insan yollarda hayatını kaybederken, geride kalan topraklara başka halklar yerleştirildi. Daha sonra yurtlarına dönen bu topluluklar, evlerinde başka insanların yaşadıklarını gördüler. Bugün o bölge içinde yaşanan anlaşmazlıklar, Moskova'nın o dönemdeki "böl ve yönet" politikasına dayanmaktadır.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Rusya içindeki etnik gruplardan bazıları bağımsızlıklarını ilan ettiler. Kimileri ise Rusya içinde kalarak, ekonomik ilişkilerinde bağımsızlaşma yoluna gitti. Yıllar süren komünist Rus yönetimi altında çok büyük baskılar gören 1 milyon nüfusa sahip Çeçenler, Johar Dudayev önderliğinde bağımsızlık savaşına başladılar. Yaşanan on sekiz aylık şiddetli savaştan sonra Çeçenler 1996 yılında Rus ordularının çekilmesiyle bağımsızlığını ilan etti. Fakat Çeçenistan'ın nihai statüsü 2001 yılında Moskova'yla Grozni arasında yeniden görüşülmek üzere rafa kaldırıldı. Çatışmalar daha küçük çaplı olsa da devam etti.

Çeçenistan'ın bağımsızlık mücadelesi diğer cumhuriyetleri de hareketlendirdi. Kuzey Kafkasya halkları 1998 yılında Çeçenistan'ın başkenti Grozni'de Kuzey Kafkasya Halkları Şurası'nı topladı. Buluşmada Kuzey Kafkasya halkları arasında çatışma çıkmaması konusunda fikir birliğine varıldı. 1999 yılında yaşanan çatışmaların kökeni işte bu toplantıda alınan kararlarla ilgiliydi. Ruslar Dağıstan'da bazı köyleri kuşatarak bombardımana tutmaya başladı. Toplam 1500 kişilik nüfusu olan bu köyler Çeçenistan'dan yardım istediler. Çeçen gazisi Şamil Basayev 1999'un yaz aylarında Rus zulmünden kurtulmak için kendilerinden yardım isteyen Dağıstan halkına yardıma başladı. Bombardıman altında kalan köylerden sadece iki kişi kurtuldu ve Rusya ile Çeçenistan arasındaki yeni savaş bu şekilde başladı.

Dağıstan, nüfusunun yüzde 80'i Müslüman olan, Çeçenistan'a komşu bir Kafkas ülkesidir. Dağıstan'ın Çeçenistan'dan yardım istemesinin sebebi ise Çeçenlerin 1996 yılında Ruslara karşı elde ettikleri büyük başarıydı.

Ruslar'ın Çeçenistan'da yaptığı katliamı bütün dünya izliyor ancak sadece vicdanlı olan çok az bir kesim gerçek anlamda yardım elini uzatıyor. Onların çabaları da kısıtlı olduğu için sonuç vermiyor.

Çeçenistan Devlet Başkanı Aslan Mashadov'un Papa II. Jean Paul'e yazdığı bir mektupta belirttiğine göre Rusların 5 Eylül'de başlattığı hava bombardımanından Ekim sonuna kadar 3265 sivil ölmüş, 5000 kişi de yaralanmıştır.

Rusya'nın Çeçenistan konusunda bu kadar saldırgan bir yaklaşım sergilemesinin altında çok farklı çıkarlar yatmaktadır.

Fakat savaşlarda neden her ne olursa olsun en büyük zulmü gören, en çok kayıp veren her zaman için kadınlar, çocuklar ve zayıf bırakılan kişiler olur. Yoklukla, açlıkla, hastalıklarla, susuzlukla boğuşan ve tüm bu yoklukların içinde yaşamını devam ettirmeye çalışan hep onlardır. Rusların başından beri istediği Çeçenlerin göç etmesini sağlamak, halkları asimile etmek ve Çeçenistan'a farklı kökenlerden insanların iskan edilmesini sağlamaktır. Bu amaçla binlerce masum insanın katledilmesi ise makul karşılanmakta, üstelik dünya ülkelerinin gözü önünde gerçekleştirilen bu katliama açıkça göz yumulmaktadır.


Keşmir'deki Savunmasız Halk

Keşmir, Hindistan ve Pakistan arasında yıllardır süregelen ve yine binlerce sivilin hayatını kaybettiği bir savaşın yaşandığı bölgedir. Ülkede İngiliz sömürgesi sona erdikten sonra Hintli Müslümanlar Hindistan'dan ayrılıp Pakistan'ı kurdular. Pakistan ve Hindistan arasında nüfus mübadelesi yapıldı. Hindistan sınırları içinde yaşayan çok sayıda Müslüman Pakistan'a göç etti. Ancak nüfusunun ezici çoğunluğu Müslümanlardan oluşan Jammu/Keşmir eyaleti, Hint yönetiminin oyunları ve İngilizlerin desteğiyle Hindistan egemenliğinde kaldı. O tarihten bu yana Keşmir çok büyük katliamlara sahne olmaya devam etmektedir. Keşmirliler Pakistan'a katılmak istemekte ve genelde bağımsızlık talebi gütmemektedirler. Fakat Hinduların Müslümanlara yaptığı baskı gün geçtikçe daha da artmaktadır. Hatta Hintliler Keşmirli Müslümanlara karşı kimyasal silah kullanmaktadırlar.

Keşmirli Müslümanlar geçmişte Hint yönetimine direnmek ve bağımsızlıklarını kazanmak istemişlerdi, bunun üzerine 1947, 1965, 1971 yıllarında üç büyük katliam gerçekleştirildi. On binlerce Keşmirli Müslüman öldürüldü, kadınlara tecavüz edildi, çocuklar katledildi. 1990'dan bu yana da aynı katliam, soykırım ve asimilasyon politikası devam etmektedir. Uluslararası örgütlerin raporlarına göre yüzlerce kişi işkence sırasında ölmüş, binlerce kişi sakat kalmış, evler kundaklanmış, gazeteler ve İslami eğitim veren okullar kapatılmıştır. İnsanlar halen mağara benzeri yerlerde, çok zor şartlar altında yaşamlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

Keşmir'deki Hintli Müslümanlar yıllardır, kendilerine yapılan zulme sabrettiler. Kuşkusuz bu işkencelerin durması için Kuran ahlakının herkes tarafından yaşanması tek çözümdür.

Çoğu insan belki kendisinden kilometrelerce uzakta yaşanan bu katliamlar için "ne yapabilirim ki" diye düşünebilir. Ama bu, son derece insaniyetsiz ve Kuran ahlakından uzak bir düşünce tarzıdır. Çünkü kitabın başında da vurguladığımız gibi inananların üzerine düşen sorumluluk en yakınındaki kişilerden başlayarak dinin tüm dünyaya anlatılmasıdır. Aşağıda Keşmir'deki mülteci kamplarını ziyaret eden bir gazetecinin izlenimlerine yer verilmektedir. Yalnızca bu tasvirler dahi bir insanın vicdanını harekete geçirmek için yeterli olmalıdır. Söz konusu gazetecinin yazısında, kamptaki hayat şu şekilde tasvir edilmiştir:

Ambor mülteci kampı 1990 yılında Camu Keşmir'den kaçan Keşmirliler için kurulmuş. Hayat standartları normalin çok çok altında. Küçük küçük toprak evlere insanlar adeta tıkışmış. Girdiğimiz tek odalı bir evde bir tek yatak var. Kaç kişi kaldığını sorduğumuzda aldığımız cevap "9 kişi" . Kampta toplam 1110 kişiden oluşan 214 aile yaşıyor. Hayat standartlarının çok düşük olduğunu görmek için topraktan yapılmış evlerden bir tanesine girmeniz yeterli. Evler genelde iki odalı. Odalarda birkaç tane kullanılamayacak çanak çömlek. Bir veya iki tane yatak.. Yataklara yatak demek için bin şahit gerekli. Köşede oturmuş bir anne, kucağında bebeği. Kimi zaman içerisinde tutuşturulmuş üç beş dal parçasının bulunduğu toprak ocakta kaynayan bir kazan. Etrafta kum veya yaş yiyecek adına hiçbir şey yok! Ama utandığımdan hiçbir kazanın kapağını açma cesareti bulamadım. Hangi çadıra girdiysek ortada ne yiyecek adına ne yatacak adına hiçbir şey görmedik! Çadırların birinde ortada yerde küçük eski bir bez parçası seriliydi. Belli ki yatak olarak kullanılıyordu. "Bu çadırda kaç kişi kalıyor.?" diye sorduğumda aldığım cevap "11 kişi" idi... Ve dışarda yine tek tük kaynayan bir saç kazan!